Osmanlı Mimari ve Tasarımının Türkiye’sine Yansımaları
Tasarım; günümüzde çok sık kullanılan fakat ne anlama geldiği pek de anlaşılamayan bir sözcüktür. Bir tasarım kendi içinde bir yapıya ve bu yapı arkasında bir planlamaya sahip olmalıdır. Bütün sanatların temelinde tasarım vardır.
Tasarlama eylemi, oluşturulacak yapının organizasyonu ile ilgili her türlü faaliyeti içine almaktadır. Tasarım kavramını iki ayrı tanımla anlatmak gerekir. Hukukçular ve tasarımcılar tasarım kavramını farklı şekilde algılarlar. Amerikan Endüstriyel Topluluğuna göre tasarım; kullanıcı ve üreticinin karşılıklı yararını gözeterek; ürünlerin işlev, fayda ve görünümünü optimizme edecek şekilde yeni ürün fikirleri yaratmaya ve geliştirmeye yönelik profesyonel bir etkinliktir. Hukuki açıdan ise tasarım; bir ürünün veya bir parçasının çizgi, şekil, renk, biçim, doku, malzemenin esnekliği ya da süslemesi gibi insan duygularıyla algılanabilen çeşitli unsur veya özlerinin oluşturduğu görünümüdür.
Tasarımcılar ürünün işlev, fayda ve görünümüyle ilgilenirken; hukukçular ise sadece görünümü anlamaktadır. Tasarımın dallarını üç ana başlıkta toplamak mümkündür: Endüstri Tasarımı, Çevre Tasarımı ve Grafik Tasarım. Grafik Tasarımı Grafik tasarımı; görsel bir iletişim sanatıdır. Birinci işlevi de, bir mesaj iletmek ya da hizmeti tanıtmaktır. Grafik tasarımcı ise, okunan ve izlenen görüntülerin tasarımından sorumludur. Afişler, kitaplar, bilgi ve uyarı işaretleri, broşürler vb.. grafik tasarımın etkin olduğu yerlerdir. Asıl amacı da gerek iletişim, gerekse estetik kaliteyi en üst düzeye çıkarmaktır. Yaratıcılık bilgiyle bütünleşmekte ve teknolojiyle iletişim ortamına aktarılmaktadır.
Tasarımın amacını hiçbir zaman gözden uzak tutmamak koşuluyla kendilerine hayal güçlerini kullanma ve atak deneyler yapma olanağı vermiştir. Çelik borudan iskemle ve ev eşyaları ilk kez burada bulgulanmıştır. Savunduğu kuram ise İşlevciliktir. Globalleşen günümüz dünyasında görsel egemenliğin hakim olduğu ve yaşadığımız her hareket tasarım anlayışımız ve tanıtımla günlük hayatın bir parçası hâline gelmiştir. Yaşantımıza renk ve anlam katan bir rol taşıyarak da her an her yerde karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı dönemine baktığımızda özellikle tarihi kentlerimizdeki mimari yapılarda Selçuklu izlerini görmek mümkün. Selçukluların kentsel yerleşimleri geniş bir tasarım anlayışından ileri gelmektedir. Bu anlayış ibadethanelerin günümüz alış veriş merkezlerinin bir önceki versiyonunu ortaya koymaktadır.Osmanlı döneminde gelindiğinde külliyeler ziyaretçiler ve bu mekanlardan yaralanan toplulukların rahat hareketini sağlamaya yönelik olmuştur.Kullanılan malzemelerde işin ehli ön plana çıkmaktadır.Burada yol kavramı günümüzde Arnavut taşları diye adlandırdığımız küp taşların işçiliğini Arnavut asıllı işçilerin sanatsal etkileri ile tarihi mekanlara hayat verdiğini görüyoruz.Günümüzde kentsel dönüşüm alanlarında ve yeniden yapılanmaya yönelik çalışmalarda alan kullanımı dikkate alındığında bir dinginlikten uzak bir anlayışın hakim olduğu izlenimini vermektedir.Osmanlı kent kültüründe birlikte yaşam ve bu alanlardaki ilkede önplana çıkan anlayışta arazi kullanımında işlevsel etkiler kendini göstermiştir.Örnek olarak çeşmeleri göstere biliriz.Osmanlıda kent anlayışı birlikte yaşamın verdiği olguyla öne çıkmaktadır.
Şehirleşme, bir kente kendi özel şahsiyetini ve kimliğini kazandırmaktır. Şehirleşme, etnik fenomenin aksine rasyonel bir yapıya sahiptir. Buna ek olarak şehirleşme "açık" bir özellik gösterir ve birçok konumda da kozmopolitandır. Etkili bir kentselleşme ile birlikte "açık" ve çoğu zaman kozmopolit bir yönelim sergileyen şehirler kendilerini köy özelliği taşıyan kasaba ve gecekondu semtleri oluşturmaktan alıkoyamazlar. Hammurabi zamanında, şehir tüccarlar örgütünün, ya da bu örgüt tarafından seçilmiş ticaret şeflerinin de içlerinde yer aldığı bir soylular meclisi tarafından yönetilirdi. Belediye meclisi başkanı meclise başkanlık eder, adalet işlerine bakar, kamunun mallarını idare eder, vergileri toplar, şehir arazilerini yine şehir sakinlerine kontrat karşılığı kiralardı. Genel olarak şehirleşmenin hayatiyetinin dört önemli durumu vardır. Her şeyden önce; idari alan düşüncesi, şehir yönetimlerinin bir parçası olmalıdır. Belediye başkanı, belediye meclis üyeleri ve belediyenin memurları, şehir sakinlerini ve genel olarak tüm halkı etkilemek zorundadırlar. İzlenen politikalar açık, anlaşılır ve doğru yöntemleri kanıtlar şekilde olmalıdır. Şu an yaşadığımız, piyasanın ve medyanın yönettiği bu çağda, iletişim ve halkın birbirleri ile olan bağlantısı, sağlıklı ve canlı bir şehirleşmenin önemli fonksiyonlarındandır. Şehrin altyapısı da estetik olması da hayli önemli bir konudur. Şehir görüntü açısından belirli bir düzeyde kaliteye ihtiyaç duyar. Ayrıca şehrin caddeleri, yolları, parkları, köprüleri ve binaları göze itap etmelidir ve şehrin kaliteli ve düzeyli bir biçimde kentselleşmesine katkıda bulunmalıdır.
Büyükşehirlerde sosyo-kültürel hayatın kalbi olan yerlerde yönetimler ve fonksiyonel yoğunlaşmalar, özerk ilçelerle ve şehrin sosyal ve kültürel zayıflığıyla yakından ilgilidir. Tabi olarak esaslı bir şehirleşme için gerekli olan yukarda bahsi geçen dört durum sağlıklı bir ekonomik yapı ile yakından ilgilidir. Sosyal ve kültürel hayatta ekonomik faaliyetler çok önemli bir yere sahiptir. Daha önce söylenildiği gibi güçlü bir şehir ekonomisi, esaslı bir şehirleşme için alt tabakadır. Ancak tersi de en az bunun kadar doğrudur. Şehir ekonomisinin güçlü olması yine canlı ve güçlü bir kentleşmeye ihtiyaç duyar.
Osmanlılar fevkalâde imarcıdır. Yapıları kendi medeniyetine ait olmasa bile ihtimamla korur. İmar görülmediği hiçbir imparatorluk köşesi yoktur. Dişinden tırnağından arttıran mütevazı mahalle zenginleri bile, bir mescid yaptıramadığı takdirde bir çeşme yaptırır veya bir mektep tamir ettirir. Toplum anlayışı fevkalâde güçlüdür. Kendilerinden sonraki nesiller içinde şefkat fikri çok gelişmiştir. Bu gelişmeler içinde İslam dünyasında yer almıştır. Özellikle Etrüskler peyzaj konusunda önemli atılımlar yapmışlar, su öğesini en yoğun kullanan medeniyetlerden bir tanesi olmuştur. Aynı şekilde Osmanlılarda, heykelin o yıllarda yasak olmasından dolayı, çeşmeler, sarnıçlar ve diğer benzer elemanlar peyzajda sık olarak kullanılmıştır. Lale Devri Osmanlı İmparatorluğu zamanında peyzajın en üst düzeye çıktığı zaman aralığı olarak gösterilebilinir. Yürüyen tarihçi ve yazar Orhan Erdenen Boğaziçi Kendini Anlatıyor adlı kitabında bazı can alıcı noktalara dikkat çekmemizi sağlıyor. Gravürleri, fotoğrafları, cildi ve zengin içeriğiyle göz dolduran eserde Erdenen’in elli yıldır adım adım dolaştığı Boğaziçi’nin tarihi, bugünü, arkeolojisi ve coğrafyası, imarı ve turistik özellikleri yanında silueti, kuşları, yalıları, kumsalları, seyir tepeleri, kuş ve kelebekleri, bitki örtüsü, dereleri ve suları, sebze ve meyveleri, afetleri, şarkıları, ressam ve yazarları, çeşme ve türbelerine kadar hiçbir nokta atlanmadan ele alınıyor. Boğaziçi’nin milli park ilan edilmesini isteyen Erdenen, "Ulus semti, Boğaziçi’ne atılmış ilk yumruktur” diye dile getiriyor. Diğer bir tesbitide II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra hem kendi dinlensin hem de halka huzur getirsin diye bir hamle olarak muazzam çeşme, eser ve yalı yaptırdı. Bostancı başı’nın tuttuğu deftere göre Haliç’ten Fenerbahçe’ye kadar tam 2500 tane yalı tespiti yapılmış. Bugüne ise 1. sınıf yalı olarak 67, toplamda ise 365 tane yalı kaldı. Birçoğu da Yılanlı ve Hasippaşa yalıları gibi bilerek yakıldı ve yıkıldı. Bugün Topkapı sarayının bulunduğu yer dünyanın en güzel peyzajı olarak kabul ediliyor.
Çatı bahçelerinin Türk mimarisinde en güzel örneklerini Topkapı Sarayının Haliç cephesinde görmekteyiz. Daha sonraları III. Sultan Osman’ın Asma Bahçeleri bunu takip etmektedir. Günümüze yakın örneklerini ise 1983’lü yıllarda Almanya’da görmekteyiz. Çatıların çatı bahçesine dönüşmesi yaygınlaşmıştır. Böylece çatı bahçelerinin ekolojik, ekonomik, estetik, psikolojik yararları daha iyi anlaşılmaktadır. Çatı bahçeleri bulunduğu binanın ekonomik değerini arttırmaktadır. Binaları sıcak soğuk mevsimsel değişikliklerden, ultraviole ışınlarından korumaktadır. Su izolasyonu sağladığı kadar ses izolasyonu da sağlamakta ve bina izolasyonlarının ömrünü arttırmaktadır. Çatı bahçelerinin estetik yararları ,ekolojik ve ekonomik yararları daha fazladır. Çatı bahçelerinde yapılabilecek sayısız tasarımlarla estetik harikalar oluşturulabilir. Şehir dokusunun kirli, çirkin, siyahi çatı örtülerini yeşilin binbir rengine dönüştürülür. Aydınlatma elemanlarının kullanımı ile bu mekanların 24 saat kullanımı sağlanmış olur. Günümüz Türkiye’sinde plansız büyümelerin önüne geçmek için kentsel dönüşüm haberlerini dinliyor ve okuyoruz .Bazen bir şeyleri gözden kaçırıyoruz rant kavgasından birbirimizden uzaklaşıyor muyuz.Yeşil alanların daralmasıyla şehrin yükünü hafifleteceğimize ağırlaştırıyoruz.
0 yorum:
Yorum Gönder